top of page

Genç Türkiye'ye Vurulan İlk Darbe: Köy Enstitüleri ve Kapatılması

Uzun yıllar sadece adını duyduğum bir şehir efsanesidir Köy Enstitüleri ve kapatılması hikayesi. Konu ile ilgili olarak siyasi tarih ile ilgilenmeye başladığım lise yıllarımda araştırma yaparak bir fikir sahibi oldum.


En son söyleyeceğimi ilk olarak söyleyeceğim: Araştırmalarım sonucunda vardığım şahsi kararım şudur ki; "Köy Enstitüleri projesini kapatan ekip, bu ülkenin geleceğine büyük bir darbe vurmuş. Köy enstitülerini kapatarak özellikle kırsal halkın kültürel gelişiminin önüne geçmişler, ülkemizin bireysel ve ulusal ilerlemesini engelleme projesine imza atmışlardır."


İLK KIVILCIM

Köy enstitülerinin fikir babası, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1924 yılında Türkiye'ye davet edilen ABD'li eğitimci John Dewey'dir. Daveti kabul ederek ülkemize gelen John Dewey'den Türkiye'de eğitimin temellerinin nasıl atılması gerektiğiyle ilgili bir rapor istenmiştir.


Köy enstitüleri John Dewey'in iş ve eğitimi birleştirme fikrine uygun olarak tasarlanmıştır. Genç cumhuriyetin kaybedecek bir anı bile olmadığını kavrayan Dewey'e göre eğitimdeki sorunun temelini okulların yerel koşullara uygun olmayışı oluşturmaktadır. Bu problemi en kısa sürede ortadan kaldırmak ve hem eğitimi hem de işgücünü bir an evvel sahaya sürebilmek adına özellikle kırsaldaki okulların toplumsal yaşam merkezine dönüşmesi gerektiğini vurgulamıştır.


Dönemin yöneticileri tarafından incelenen bu rapora istinaden bir yol haritası çıkarılmaya başlandı. Bu konudan biraz sonra bahsedeceğim.


Ama bu çalışmalar devam ederken ülkenin hali hazırdaki vaziyetinden bahsetmek gerekir. Bilindiği üzere üst üste büyük savaşlar yaşamış; eğitimli / eğitimsiz bir çok vatandaşını cephelerde bırakmış, daha sonrasında da toprağını savunmak için kanını akıtmış ülkemizin okur yazar nüfusu oldukça düşüktü. Vatandaşlarımız en temel düzeyde sadece devlet işlerinin yürütülmesini sağlayacak kadar %3-4'lük bir okuma yazma oranına sahipti. Başkalarının iddia ettiği gibi bir gecede cahil kalmadı bu halk. Zaten cahildi. Osmanlı Devleti son zamanlarında ne kadar kötü yönetilmiş olursa olsun, büyük bir devlete yakışır bir arşiv tutmuştur. Ve bu arşivlerden çıkan bilgiler apaçık ortadadır. Siz o arşivlerden çıkan bilgilere değil de; elinde İngiliz istihbaratından gelen nefret anılarından başka bir şey olmayan dondurmacı kılıklı feslilere inanıyorsanız yazının kalanını boş yere okumayın.


KURULUŞ AŞAMASI


Kaldığımız yerden devam edecek olursak; savaş kazanan halkın cehalete kurban gitmesinin an meselesi olduğunu gayet iyi bilen ulu önder Mustafa Kemal Atatürk önce John Dewey'i Türkiye'ye davet etmiş; onun çıkardığı plan doğrultusunda eğitimin temellerini atacak bir plan üzerinde çalışılmasını emretmiştir.


Ancak ortada bir sorun vardır. Bir ülkenin eğitimini sıfırdan planlamak doğal olarak zaman alacaktır. %80'i köylerde yaşayan halk bu süre zarfında cahiliye devrine devam edecektir. Bu da yeni kurulan ülkenin gelişimini sekteye uğratacak kadar önemli bir problemdir. Ki "medeniyet" denen tek dişi kalmış canavar canını zor kurtarmış gazi ülkemizin düşmesi için pusuda beklemektedir.


Zaman kaybetmenin tekrar tabuta girmek olduğunun farkında olan Gazi Paşa köy enstitülerinin kuruluşunun temelini oluşturacak yasaları çıkardı. Çıkartılan bu yasalar ışığında, öncelikle askerliğini çavuş olarak yapmış erler eğitilerek kendi köylerine öğretmen olarak gönderilmiştir.


İşgücünün ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamak amacıyla planlanmaya başlanan köy enstitüleri projesi hayata geçmeden önce halka temel okuma yazma eğitimi verilmeye başlandı. 3 Mart 1924 yılında kabul edilen Tevhîd-i Tedrisat Kanunu ile ülkede başlayan eğitim seferberliği sürerken, köy enstitüleri projesi de planlanmaya devam ediyordu.


Köy enstitüleri 17 Nisan 1940 yılında 3803 sayılı yasa ile kuruldu. Köy enstitülerinin hayata geçirilme süreci 1938 yılında Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel'in öncülüğünde yürütülmüştür.



Köy enstitülerinin kuruluşunun temelinde; hem cehaletin ivedilikle ortadan kaldırılması hem de verimli işgücünün bir an önce ülke ekonomisinde yerini alarak, kaynakların verimli kullanılmasını sağlayacak vatandaşlar yetiştirmek vardır. Bu sebepten dolayı kitap ve deftere dayalı öğretim yerine "iş için, iş içinde eğitim" modeli benimsenmiştir.


Köy enstitüleri Cumhurbaşkanı İsmet İnönü talimatı ile Hasan Ali Yücel tarafından kurulmuştur. Köy enstitülerinin kuruluşunda İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad'ın adını da özellikle anmak gerekir.


İsmail Hakkı Tonguç köy enstitülerinin tepeden tırnağa her şeyi ile ilgilenerek projenin hayata geçmesi sırasında yaşanan sancıları en aza indirmek için yoğun çaba göstermiştir.


Halil Fikret Kanad ise "köye göre öğretmen" fikrini ortaya atmıştı. Ona göre zorunluluktan tayin olarak köyde görev yapan öğretmen verimli olamazdı.


Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Hasan Ali Yücel'de Halil Fikret Kanad'ın görüşünü benimsediler. Öğretmen okullarından mezun olarak köylerde gönüllü öğretmenlik yapmak isteyen öğretmen sayısı oldukça azdı ve zorunluluk olarak algılanıyordu. İsmail Hakkı Tonguç'un üstün gayretleri ile köylerdeki ilkokul mezunu çocukların yetiştirilmesi; ve yine köylerine öğretmen olarak atanması amacı ile tarıma elverişli arazisi bulunan köylerde ilk köy enstitüleri 1940 yılı itibari ile kuruldu.


ÇOK KISA SÜREDE...


Köy Enstitüleri projesinde halkın %80'inin köylerde yaşaması sebebiyle; öğretmenlerin köylülere hem okuma yazma ve temel bilgileri vermesi, hem de modern tarım tekniklerini öğretmesi amaçlandı.


1946 yılına kadar oldukça verimli çalışmaların ve işlerin başarıldığı köy enstitüleri üzerinde Toprak Reformu'na muhalif olanlar önderliğinde tepkiler oluşmaya başlamıştı. Halbuki sadece 6 yıllık zaman zarfında 15.000 dönem çorak arazi verimli hale getirilmiş, 750.000 yeni fidan dikilmiş, 1.200 dönüm bağ oluşturulmuş, 150 inşaat, 60 ticarethane, 210 öğretmen evi, 20 meslek okulu, 36 ambar, 48 ahır, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 silo, 3 balıkhane ve 100 km yol yapılmıştı. Bazı rakamlar günümüz teknolojisi için size komik gelebilir. Ancak o yılları düşündüğünüzde canla başla çalışıldığını anlarsınız.


DERSLER


Köy enstitülerinden mezun olan bir öğretmen sadece öğretmenlik değil; aynı zamanda arıcılık, bağcılık, ziraatçilik, duvarcılık, sağlıkçılık, terzilik, demircilik, balıkçılık, marangozluk gibi alanlarda da eğitim verebilecek düzeyde eğitim alıyordu.


Gördüğünüz derslerin içerikleri oldukça zengindi. Örneğin; şimdiki müzik derslerinin kimseye bir faydasının olmadığı herkesin malumu. Ancak o zaman verilen müzik eğitiminin müfredatını incelersek ne kadar zengin olduğunu anlayabiliriz. Örneğin Hasanoğlan Köy Enstitüsü kapandığında demirbaş listesinde 259 adet Mandolin, 160 adet Plak, 55 adet Keman, 37 adet Bağlama, 8 adet Akordeon, 3 adet Radyo, 3 adet Piyano, 3 adet Davul, 1 adet Amplifikatör, 1 adet Pikap, 1 adet Metronom bulunmaktaydı.



Şu an çuvalla para verilen özel okullar dahil olmak üzere Türkiye'de kaç okulda sadece müzik dersine bu kadar yatırım yapılıyor? Sonra Türkiye'den niye sanatçı çıkmıyor diyoruz. Çocuklar ya ellerine bir flüt alıp okula gidip geliyorlar; ya da en azından bir enstrüman öğrenmesini isteyen anne babaların özel kurslara göndermesiyle bir yetenek kazanmaya çalışıyorlar. Böyle sanatçı mı olunur? Köyde okuyan çocuk nasıl keşfedilecek diye soran yok. Ülkemizde, anne babaların yediğinden içtiğinden kesip kurslara göndermesi dışında doğru dürüst müzik eğitimi yok. Bir de bu durumu her branş için düşünün ve neler kaybettik hayal edin...


Yıllardır savunduğum bir tez vardır. Biz sanayi ülkesi değiliz. Biz TARIM ülkesiyiz. Bu yüzden vatandaşlarımızı bu gerçekliğe göre yetiştirmek zorundaydık. Köy enstitülerinin kuruluş amacı da buydu. Benim kişisel düşünceme göre de şu an dünyayı yöneten ülkelerden biri olmamızı sağlayacak projeyi siyasi ve kişisel çıkarlar uğruna feda ettik.


O yılarda Zirai derslerde okutulan kitaplardan bazıları şunlar:

Çiftçilik genelde padişahlık gibi babadan evlatlara geçer. İşlenen bir arazi babadan sonra da devam ettirilir. Hem tarlada babasının yanında çalışan hem de okulda böyle bir eğitim alan çiftçimiz olsaydı tarımda ne halde olurduk acaba? Bu kadar yanlış politikalara rağmen 2000'li yılların başına kadar "Kendi Kendine Yetebilen 7 Ülke"den biriydik. Gerisini siz düşünün.


KAPANMA SÜRECİ


Köy enstitülerinin kuruluşundan sonra ilk eleştiriler CHP içerisinden gelmiştir. Burada dikkatinizi ilk çekmek istediğim konu şu: Köy enstitülerine muhalif olanların asıl muhalifliği CHP'nin çıkarmak istediği "Köylüyü Topraklandırma Yasası"dır. CHP içerisinde köylünün toprak sahibi olmasından zarar görecek toprak sahibi milletvekilleri bulunmaktaydı. Bu kişiler toprak reformu başta olmak üzere; köylünün sahip olacağı toprağı bilimsel olarak kendi başına düzenlemesini sağlayacak köy enstitüleri gibi uygulamalara da karşıydılar.


Ne hikmetse Toprak Reformu'nu duyar duymaz tek parti CHP'nin köylerle ilgili her projesine karşı çıkan bir grup iyiden iyiye muhalefet yapmaya başladı. Köy enstitülerine eleştiriler özellikle şu başlıklardan oluşuyordu:


  1. Komünistlik suçlaması: Öğrencilerin tek tip elbise giymesi ve okul yönetiminde rol almaları CHP içerisindeki muhalif kanadın sürekli komünistlik suçlamasına sebep oluyordu. İlerleyen süreçte CHP'den ayrılıp Demokrat Parti'yi kuran bu ekip sık sık bu argümanı kullanmıştır. Aslında milliyetçilik üzerine kurulmuş CHP'nin üstüne solculuk ve komünistlik etiketi de bu dönemde yapışmıştır.

  2. Karma Eğitim: Kız öğrencilerin erkek öğrencilerle birlikte eğitim görmesi günümüzde bile sorun teşkil etmektedir. Maalesef bazı kişiler kızlarının erkeklerle aynı ortamda bulunmasına razı gelmiyor. Ama mal veya para karşılığı kızını satar gibi evlendirmekten de gocunmuyorlar. Sırf para verdi diye kızını başkasının koynuna sokup erkeklerle aynı binada okumalarını namussuzlukla suçlamalarına ne denir yorumu size bırakayım. Ancak bu tepkiler; özellikle kızlarını bu enstitülere okumaya gönderen aileleri oldukça etkilemiştir ve kız öğrencileri okulda tutmak git gide zorlaşmıştır.

  3. Enstitü İnşaatında Köylünün Çalıştırılması: Muhtemelen halkımızın tamamından destek görmüştür bu eleştiri. Ne yazık ki halkımız bulunduğu alanı, ortamı veya mekanı güzelleştirmek ve geliştirmek için sahiplik istiyor. Günümüzde artık iyice ayyuka çıkmış bu karakter eksikliği ta o yıllarda başlamış demek ki. Tarlada işi biten bir kişi kahvede oturmak yerine çocuğunun veya torununun okuyacağı okulun inşaatında çalışmaktan niye gocunur? Günümüzde belki abes kaçabilir ancak o yıllarda tüm dünyada ülkeler vatandaşlarının katkısı ile gelişmekteydi. Mesela 2. Dünya Savaşı yıllarında moloz yığını haline gelmiş Avrupa sizce kısa sürede nasıl bu hale gelebildi? Sadece devletin yapması ile kısa sürede şehirler tekrar kurulabilir miydi? Lafa geldi mi bizden milliyetçi kimse yok. Ama iş başa düştüğü zaman da ortada kimse yok. Ecnebi diye küçük görülen milletlerin milliyetçiliğinin onda biri o yıllarda bizde olsaydı her şey çok farklı olurdu muhtemelen.

  4. Enstitü Öğretmenleri ile Toprak Ağalarının Anlaşmazlıkları: Toprak ağaları kendi topraklarında borç karşılığı köylü çalıştırmaya alışmışlardı. Enstitüler kurulduktan sonra devlet boştaki köylüyü enstitüde çalışmaya zorlayınca toprak ağalarının neredeyse bedavaya "ırgat" çalıştırma düzeni bozuldu. Bunun yanı sıra bilinçlenen çiftçinin her şeye karar veren toprak ağasının kontrolünden çıkarak toprak reformuyla hayallere kapılması ağaların işlerini iyice zorlaştırdı. Bu sebeplerden dolayı toprak ağaları seçtirdikleri milletvekilleri ve mecliste bulunan toprak ağası milletvekillerine sürekli baskı yapıyorlardı. Hatta bununla ilgili olarak Emin Sazak 'Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk sanıyor' diye şikayette bulunmuştu. Köy enstitülerinin kurucusu ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel bu şikayete şu tarihi cevabı vermişti: "Bu çocuklarının her birinin birer Atatürk olması temenni edilir"


Aslen bende dönemin köy enstitüsü müdürlerinin bazılarının belirttiği gibi; enstitülerin kapatılması Atatürk devrimleri karşıtlarının başlattığı "Karşı Devrim"in ilk kazanımıdır.


1945 yılı itibari ile köy enstitülerinin komünistlerin ve dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu iddiası ile bir saldırı kampanyası başlamış olup; dışarıda oluşan tehlikelerle birlikte kapatılma süreci iyice hızlanmıştır.


Ortaya çıkan dış tehlikeye gelecek olursak; 1945 yılında Stalin daha palazlanmamış yeni devletten Kars, Artvin, Ardahan'ı istemiş ve boğazlarda da askeri üs kurma talebinde bulunmuştu.



İsmet İnönü komünist Rusya tehlikesine karşı ABD'den destek talebinde bulundu. ABD'nin yardım karşılığı talepleri netti:


  1. Türkiye'de serbest seçimlere geçilmesi (Tek partili rejimin sonlandırılması)

  2. 5 yıllık kalkınma planlarının sonlandırılması

  3. Köy enstitüleri, uçak fabrikaları, traktör fabrikaları gibi devlet destekli iştiraklerin kapatılması

  4. Kurtuluş savaşında kahraman olan kurmaylara saygı belirten unvanların kaldırılması (Özellikle İsmet İnönü'nün Milli Şef'lik rolü)

ABD'nin taleplerine bakan her aklı selim bu taleplerin amacını zaten anlar. İsmet İnönü, Truman Doktrini kapsamında ABD'den yardım alabilmek adına önüne sürülen şartları kabul etmek durumunda kalmıştır.


Benim tahminim; içerideki yoğun muhalefet yüzünden dışarıdan gelebilecek bir tehlikeye karşı Kurtuluş Savaşı dönemi gibi bir birliktelik yaşanmasının zor olacağını düşünmesi ve Rusya'nın bir saldırısı sonucu yeni devletin bekasının zora gireceği korkusu İsmet Paşa'yı bu anlaşmayı kabul etmeye itmiştir.


Köy enstitülerinin kapatılma süreci 1946 yılında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in görevini bırakıp yerine İsmet İnönü'nün Reşat Şemseddin Sirer'i Milli Eğitim Bakanlığı'na ataması ile başlar.



İlk olarak üretime dayalı temele dayanan köy enstitülerinde sistem değişikliği yapıldı. Köy enstitüleri geleneksel öğretmen okullarına dönüştürülerek 'Köy Öğretmen Okulları' adını aldı. Tüketime dayalı eğitim temelli bu sistem sadece temel eğitim ve öğretimi verebilecek öğretmenler yetiştirmeyi amaçladı.


1947 yılında Yüksek Köy Enstitüsü, 1948 yılında da eğitmen kursları kapatıldı. Dönüştürülen yeni okul sistemi ile 1946 yılı ve öncesi köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlerin ilişiği kesildi. 1950 yılında Demokrat Parti iktidara geldiğinde köy enstitülerinin ufak tefek kalıntıları bulunuyordu.


İlk andan itibaren köy enstitülerine karşı çıkmış olan Reşat Şemsettin Sirer 1951 yılında verdiği bir demeçte köy enstitüleri için; "bu enstitüler dört yıldan beri basit birer öğretmen okulundan başka bir şey değiller" diyerek övünmüştür.


İşin acı kısmı ise finalde yaşanmıştır. Köy enstitülerinin yerini alan köy öğretmen okulları da 1954 yılında demokrat parti tarafından kapatılmıştır. Böylece köylü vatandaşın eğitime birebir erişimi de son buldu.


Günümüzde köy enstitülerinin kapatılması ile büyük bir fırsatın kaçırıldığının farkında olan DP temelli siyasetçiler ve tarihçiler CHP'yi; CHP temelli siyasetçiler ve tarihçiler ise DP'yi suçlamaktadır.


Tarihsel gelişimi olduğu gibi yazdım. Kimin suçlu olduğu konusu herkesin kendi görüşüdür ve herkes birbirine saygı duymak zorundadır.


Asıl olay, özünde toprak ağalarının istediği gerçekleşmiş oldu. Sadece temel eğitimi almış, okuma yazmayı kıt kanaat bilen ve ancak dört işlemi gerçekleştirebilecek kadar kafası çalışan bir toplum yarattılar.


Konya kadar Hollanda'ya imrenerek bakan bir tarım sektörüne sahip olmamızın asıl sebebi o yıllarda bilinçli çiftçi yetiştirilmesinin engellenmesidir.


Bunda kimlerin payı, kişisel hırsları ve çıkarları varsa; bir gün gerçek mevkilerini bulup halk nazarında da gözden düşmelerini dilerim.


Saygılarımla...




31 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page